Küresel faşizme karşı küresel devrimci direniş zamanı – Dıjwar SASON

0
926

 “Küresellik” denen olgu kapitalist sistemin enlemesine ve coğrafi sınır tanımadan toplumsal tüm gözeneklere derinliğine sızması ve etkisine almasıdır. Kapitalist modernite sisteminde belirleyici ekonomik form finans kapitaldir. Modernitenin hâkim gücü olan para finans kapital çağının tek tanrısıdır. Ulus-devlet milliyetçiliği bu çağın dini yani zihniyeti olurken para da tanrısı durumundadır. Hukuk normları denilen şey ise bu sistemin kurallarını belirlemektedir.

İnsanlık tarihi boyunca “maddi uygarlık” hiç bu kadar topluma hâkim hale gelememiş, ahlaki ve manevi toplumsal değerler bu denli geriletilmemiştir. Para denen şey geçmiş hiçbir toplumsal sistemde bu denli hâkim olmamış ve belirleyici olmamıştır. Bu bakımdan kapitalist modernite sisteminin tarihsel topluma ve toplumsal ahlaki değerlere saldırısı ve tahribatı sanıldığından çok daha üst boyutlardadır.

Kapitalist modernitede temel çelişki ve çatışmayı proletarya ve burjuva sınıfı arasında gösteren teoriler hakikati ancak çok sınırlı bir bölümüyle dile getirmektedir.  Zira “tarihsel toplum” denen olgu “işçi ile burjuvaziyi” kat be kat aşan yelpazede geniş bir gerçekliğe dayanmaktadır. Sınıf çelişkisi ve çatışması toplumsal mücadelenin tümü değil sadece bir bölümdür. Kapitalist modernitede temel çelişki proletarya ile burjuva arasında değil, kapitalist sistem ile milyonlarca yıllık oluşan tarihsel toplum arasında, tüm insanlık ile sistem arasında yaşanmaktadır. Sistemin en fazla sömürdüğü ve çatışma yaşadığı aslında kadın ulusudur. Kadın ilk sömürgeleştirilen ulus, ilk köleleştirilen toplumsal kesim ve özgürlüğün ölçüsü haline gelen bir olgudur. Ayrıca sosyalizm sınıflaşmayla değil, toplumun komünal varoluşuyla bağlantılıdır. Dolayısıyla sosyalizmi ve sosyalist mücadeleyi kapitalizmle ve işçi sınıfıyla bağlantılandırmak, onunla başlatmak tarihsel toplumun on binlerce yıllık komünal ahlaki ve politik toplum gerçeğini, esasta da toplumsal varoluşun kök hücresini inkâr etmek olur.

Küresel düzeyde egemenlik kuran kapitalist modernite sistemi sadece toplumsal bir kesimi hedef almıyor, kentten kırsala, bireyden topluluklara yayılan bir ağ şeklinde bio-iktidar tarzıyla toplumsal tüm kesimleri hedef alarak hegemonyasını sağlamaktadır. Sermaye tekelinin hizmetine sokulan bilim-teknik-tıp ile sistem artık kırsaldaki bir köylü ile kentteki bir işçiye aynı mesafededir. “Köy-kent,” “Okyanus ötesi,” “öte kıta,” “dış”, veya “çevre” diye bir mesafe/ayrım kalmamıştır. İç içelik durumu söz konusudur. Artık buna göre küresel hegemonik sisteme karşı küresel demokratik mücadele örgütlenmeleri ve mücadele tarzları zorunlu hale gelmiştir. Küresel sisteme karşı ne sınıf mücadelesi ne ulus-devlet ve milliyetçi tarzları başarılı olmamıştır ve olamazlar. Ulus-devleti amaçlamış UKM’ler, sınıfı esas alan reel sosyalist deneyler ve sistemden beslenen sosyal demokrat akımlar kapitalist modernitenin birer mezhebine dönüşmekten ve ona en güçlü şekilde hizmet etmekten kurtulamamışlardır. Günümüzde kapitalist modernite sistemini ayakta tutan ve besleyen bu çizgideki güçler olmaktadır. Sistemin ideologları, reklamcıları, pazarlamacıları, sanatçıları, postmodern edebiyatçılarının ezici çoğunluğu sosyal demokrat ve reel sosyalist artığı kişiliklerden meydana gelmektedir. Sözde sistem karşıtı olup özde ise onun merkezinde yaşamakta ve onun zihniyetini taşımaktadırlar.

Sosyalizmin mücadele perspektifini yeni dünyanın koşullarına ve çelişkilerine göre belirlemek durumundadır. Tarih dar sınıf bakışlarının ve milliyetçi ideolojilerin insanlığın eşitlik, özgürlük ve adalet sorunlarına çözüm olamadıklarını kanıtlamıştır. Sistem sadece emek dünyasına değil, toplumun manevi değerlerine, tarihine, coğrafyasına, kültürüne, ahlakına, kadına, gençliğe yönelmektedir. Bir bütün olarak insani yaşam alanlarına ve toplumsal tüm değerlerine saldırmaktadır. Çelişkiler ve toplumsal formlar yeni şekiller almıştır. Sistem yeni tarzlara bürünmüş ve yeni sömürü ve iktidar yöntemlerini kullanmaktadır. Sistem karşıtı güçlerde bu çağa uygun mücadele strateji, taktik ve araçlarını geliştirmek durumundadır. Sosyalizmin bir sınıfı değil sistemle çelişik ve çatışmalı olan tüm toplumsal kesimleri kapsaması durumunda asıl işlevini yerine getirecektir. Kapitalist moderniteye karşı demokratik moderniteyle alternatif olunmalıdır. Reel-sosyalizmin, sosyal demokrat ve ulusal kurtuluşun karma düzenleri, kapitalist moderniteye karşı tek ayaklı “kalkınmacı ekonomizmi” aşmayan çıkışları nedeniyle yenildiler.Öyleyse kapitalist modernitenin dayandığı temel sac ayağına karşı çözüm olarak alternatif sacayaklarına yönelmek gerekmektedir. “Tarihin dehlizlerinde kemirici fareler olarak vücut bulan kapitalizm geni çağımızda tüm toplumsal bünyeyi saran kanserdir. Şüphesiz bunda bilgi tekelciliği de başat rol oynamıştır. Dolayısıyla toplumsal kurtuluş için bilgi savaşını ahlaki ve politik toplum savaşıyla bütünlük içinde vermek esas olmalıdır. Bunun için de sistemi ayakta tutan üçlü saç ayağına; sermaye tekelciliği, endüstriyalizm ve ulus-devlete karşı komün ekonomisi, ekolojik endüstri ve demokratik ulusa dayalı sosyalizmle yanıt vermeliyiz.” (A. Öcalan)

Ya İnsanlık Ya barbarlık

Merkezi uygarlığın son aşaması olan kapitalist modernite adeta hastalık yayan bir irine dönüşmüştür. Önder Apo kapitalist modernite çağını “Kapitalizmin gözle görülür biçimde açığa çıkardığı aşırı rekabet, azami kâr, işsizleştirme, açlık, yoksulluk, ırkçılık, milliyetçilik, faşizm, totalitarizm, demagoji sanatı, ekolojik yıkım, aşırı finans, devletten daha zengin şahıslar, atom bombası, dünya savaşları, biyolojik ve kimyasal silahlar, aşırı bireycilik gibi hususlar kapitalist sistemin kanser türleridir” şeklinde değerlendirmektedir. Koronavirüs ile insanlığı eve kapatmaya çalışan sisteme karşı gelişen eylemler tüm dünyaya yayılarak küresel bir tarzda yaygınlaşmaktadır. Sistem kaos/kriz haliyle ömrünü uzatmaya çalıştıkça daha büyük tahribatlara yol açmaktadır. Özgürlük ve demokrasi güçleri de arayışlarını ve tepkilerini örgütleştirerek kendi sistemlerini geliştirmek zorundadırlar. Küresel düzeyde gelişen bireysel eylem ve tepkiler ancak örgütsel bir kulvarda birleşir ve bir toplumsal paradigmaya dönüşürse sonuç alabilir.

Kapitalist modernite saldırısını ne sınıflar üzeri, nede eski model teknik silahlarla gerçekleştirmektedir. Liberalizmin her türlü anlayışına bürünmüş ideolojik argümanlarla beslenen teknolojik araçlarla toplumun zihin yapısına ve ahlaki ölçülerine yönelmektedir. Yine “Koronavirüs” türü hastalıkla insanlığın daha fazla denetlenmesine, bağımlı kılınmasını amaçlayan biyolojik silahlarla saldırı yapmaktadır. Virüs finans kapital tekellerinin laboratuvarlarında üretilmiş ve insanlığa karşı kullanılan bir silah mahiyetindedir. Koronavirüs türünden hastalıkları sistemin topluma karşı bir saldırısı olarak değerlendirmek gerekmektedir. Koronavirüs sadece biyolojik bir vaka değil ideolojik, psikolojik ve sosyal bir yönelimdir. Her anı ve mekânı ölüm korkusuyla kuşatılmış, umutsuzluğa sürüklenmiş, eve kapatılmış, pasif, edilgen ve iradeden yoksun bırakılarak teslim alınmış bir insan tipi yaratmak üzere toplum kırımı amaçlayan bir özel savaş yönelimidir. Virüsün özellikle yaşlı kesimleri hedeflemesine bakılırsa sistemin sadece emekli maaşından kurtulmayı değil, toplumun geçmiş hafızasını ve bilincini yok etmeyi hedeflediği de anlaşılmaktadır. Hastalığın onlarca yıl süreceği varsayıldığından sistem artan nüfus yoğunluğunu bu şekilde dizayn etmeye çalışmaktadır. Bu açıdan insanlığın özgürlüğü sadece bir sınıfın kurtuluşuyla gerçekleşmeyecek denli ağırlaşmış ve boyutlanmıştır. Kapitalist sistemin azami ve sınır tanımayan birikim hırsı toplumsallıkta sınırsız bir bozulmaya yol açmıştır. Toplum toplum almaktan, insan ise insan olmaktan çıkarılmıştır. Büyük bir yozlaşma ve yok oluş söz konusudur. Sosyalistlerin 20. yüzyıldaki anti kapitalist klasik sloganı olan “Ya sosyalizm ya barbarlık” sloganı 21.Yüzyılda “Ya insanlık ya barbarlık” gerçekliğine dönüşmüştür.Finans kapitalizminin hegemonik çağında saldırı sadece emek dünyasına karşı değil, tüm topluma, onun tarihine, ekolojisine ve geleceğine karşıdır. Ya sosyalizm ya barbarlık ya toplum ya hiçlik anlamına da erişmiştir.” (A. Öcalan)

Faşizm Söylemle Değil Devrimci Eylemle Yenilecektir

Sömürgeci Türk devletinin bu denli barbarlaşması, Kürtlere yönelik soykırımı, mezarlıklara saldırmasını, gerilla cenazelerine yaptığı insanlık dışı uygulamaları kapitalist moderniteden bağımsız ele alamayız. Çünkü iyi bilmekteyiz ki, Türk sömürgeciliği tüm gücünü kapitalist modernite merkezlerinin ahlaksızlığından almaktadır. Türk sömürgeciliğini ayakta tutan ve besleyen ABD, AB, Rusya ve İsrail gibi küresel güçlerdir. Kürtler başta olmak üzere, Anadolu ve Ortadoğu halklarına karşı TC’yi DAİŞ’leştiren, DAİŞ’i de TC’leştiren yine aynı kapitalist modernite güçleridir. Bu güçler insanlık dışı her türlü barbarlığı TC faşizmi üzerinden Kürdistan ve Ortadoğu’da gerçekleştirmektedirler. TC denen terör oluşumu aslında yüzyıl öncesinden kapitalist modernite güçleri tarafından (özellikle Siyonist güçlerce) kurgulanmış ve Ortadoğu halklarının başına bela edilmiş bir DAİŞ örgütüdür. İlk icraatı Ermeni, Rum-Pontus, Süryani ve Kürt soykırımı olan TC kanla beslenmiştir ve tarihi vahşet tarihidir. DAİŞ’ in insanlık dışı vahşet uygulamaları TC’nin yüz yıl öncesinden Ermenilere, Rumlara, Kürtlere, Şex Sait’lere, Seyid Rızalara, Koçgiri’de, Ağrı’da, Zilan’da, Dersim’de, daha çok yakın tarihte Kuzey Kürdistan’da uyguladığı yöntemlerdir. Dolayısıyla TC denen yapı DAİŞ’ in destekleyicisi/hamisi/koruyucusu değil onun bizzati atasıdır-babasıdır.  DAİŞ TC terör devletinin çocuğudur. Türk soykırım sistemi yüz yıllık DAİŞ zihniyetini hala sürdürmekte ve Kürt soykırımını gerçekleştirmek için her türlü kirli ve ahlaksız savaş yöntemlerini kullanmaktadır.

Dört parçada uluslararası komplo düzeyinde Kürdistan devrimine, onun öncüsüne dönük ciddi bir saldırı vardır. Küresel kapitalist sistemin ve iktidarcı-devletçi ilkel milliyetçi zihniyetin saldırısı yaşanıyor. Sömürgeci-soykırımcı güçlerin saldırısı var. Vekilleri tutukluyorlar, kayyım atıyorlar, gasp ediyorlar, bir insanın yürüyüşüne dahi izin vermiyorlar. Kurumları gasp ediyor ve el koyuyorlar. Dilimizi, kültürümüzü yasaklıyor, tarihi mekânlarımızı su altında bırakıyor ve talan ediyorlar. Hiçbir yasa, kanun, hukuk ve kural tanımadan saldırıyorlar. Tutukluyorlar, öldürüyorlar, yakıyorlar, yok ediyorlar. Başur’da, Rojava’ da işgal ve soykırım yapıyorlar Bakur’ da teslimiyetçi orta sınıf oluşumuyla devrim kitlesini pasifleştirerek seçim kitlesi haline getirmek istiyorlar. Bir düzeye kadar sonuç aldıklarını belirmek gerekir. Küçük burjuva yani orta sınıf bireyciliği, iradesizliği, umutsuzluğu ve karamsarlığı çeşitli söylem ve düzeylerde pasifizmi ve teslimiyetçiliği bir eğilim biçimde yaymaya ve devrimci eylemin önünü kesmeye çalışmaktadır. Oportünist sağ liberal küçük burjuva/orta sınıf anlayışı kitlelerin devrimci öfkesini törpüleyerek sistem içinde tutan temel engel konumundadır. Liberal saldırı buradan cesaret ve güç alıyor, devrimi başarısız görüyor ve devrimci inancı zayıflatıyor.

Küresel emperyalist güçler Rojava’ da ENKS gibi ajan oluşumlarla sözde “ulusal birlik” adı altında sağ liberal tasfiyeci eğilim sayesinde PKK varlığı yok edilerek Önderlik Paradigmasıyla inşa edilen Demokratik Ulus ve kadın özgürlükçü Ekolojik ve Demokratik sosyalist model tasfiye edilmek isteniyor. Başur’da işbirlikçi ve ihanetçi KDP-YNK çizgisiyle Kürdistan’ı soykırımcı Türk devletine peşkeş çekmek istiyorlar. Kısacası tüm Kürdistan’da iç ve dış gerici güçler PKK’nin Kürdistan Özgürlük Çizgisini tasfiye ederek işbirlikçi çizgisi üzerinden yerine kapitalist modernite çizgisini hâkim kılmaya çalışıyorlar. Dış kuşatmayla yapamadıklarını iç reformist ve sağ tasfiyeci anlayışlarla Rojava devrimini içten çökertmeye çalışıyorlar. Sözün kısası kıyasıya bir savaş durumu söz konusudur. Üçüncü dünya savaşının ve böylesi bir mücadele ortamında sözün değil eylemin bir değeri olabilir. Belirleyici olan söylem değil eylem olacaktır. Çok laf eden değil halkı iyi örgütleyen, eğiten, savunma için donatan ve doğru stratejiyle mevzilendiren kazanacaktır. Devrimcilerin umut etme şekli edilgenlik değildir.  Devrim umudu devrimci inanç ve iradenin eyleme dönüşmesini ifade eder. Devrimciler ne göklerdeki tanrılardan ne de yerdeki başka güçlerden beklenti içinde olmazlar. Ancak koşulları kavrama ve geleceği belirleme öngörüsü ve bilinci olan, kendi özgücüne ve halkına dayanan devrimciler geleceği tayin edebilirler. Sıfırın altında koşullarda bir Önder ve bir grup devrimci insanla başlayan ve günümüzde evrensel bir düzey kazanarak toplumsal sisteme dönüşen Kürdistan devriminin öncüsü PKK ve Önderliği Reber Apo bunun örneğidir.

Türk faşist rejimi kapitalist modernitenin Ortadoğu’daki kalesi ve askeri gücü durumundadır. Faşist Beyaz Türk faşizmi kapitalist modernite güçlerince Ortadoğu halklarına karşı kurgulanmış insanlık dışı ucube bir rejimdir. Bundan dolayı Türk rejimini çökertmek emperyalizme vurulacak en büyük darbedir. Türk faşizmi her parçada Kürtlere karşı savaş pozisyonundadır. Çocuk, kadın, yaşlı demeden soykırım yapmaktadır. Bakur’da soykırım operasyonları düzenlemektedir Kürdün dirisini de ölüsünü de bu dünyadan bütünüyle ortadan kaldırmak istemektedir. Efrîn’de, Serekaniye’de Kürt kadınlarını kaçırarak tecavüz edip katletmektedir. Arazilerini yakmakta, mezarlarını yok etmektedir. Başur’da ihanetçi KDP ile birlikte yüzlerce sivil halk ve gerillayı katletmektedir. PKK’ye karşı küresel güçlerin ve yerel işbirlikçi güçlerin ittifakıyla gerçekleştirilen komplo ve saldırıları devam etmektedir. KDP-ENKS gibi hain faşist güçlerde bu savaşta yer almaktadırlar ve faşist ittifaktaki yerlerini almışlardır. Kandil/Ziné Werté kuşatması da bu ittifakın ortak operasyonudur. TC faşizmi ile ne kadar “kardeş” olunamıyorsa KDP-ENKS gibi faşist çete güçlerle de herhangi bir ulusal ittifakın gelişmesi söz konusu değildir. Daha yeni, 27 Mayıs 2020 tarihinde PKK MK üyemiz Kasım Engin yoldaş bu faşist ittifakın saldırısı sonucu şehit edilmiştir.

Varlığını Kürt varlığının yokluğu üzerine kuran Türk faşizmi kırılmadıkça hiçbir Kürdistan parçanın ve özgür onurlu Kürdün yaşam güvencesi olmayacaktır.  Türkiye’de demokratik siyaset yapmanın zemini kalmamıştır. Tepeden tırnağa faşist AKP-MHP diktatörlüğü hakimdir. Bu iktidarın siyasal yoldan ve legal pasif eylemlerle değiştirileceğini sanmak büyük gaflet ve çarpıtmadır. Faşizm siyasi yöntemlerle değil devrimci eylemlerle yok edilecektir. Türk soykırım rejimi nasıl ki tüm gücüyle Kürt varlığını yok etmeye çalışıyorsa Kürtlerde bu aşamada tüm gücüyle direnişe geçmelidir. Barış kardeşlik söylemlerini bir kenara atarak intikam sloganlarını haykırmalıdır. “Bize yaşam hakkı tanımayana bizde yaşam hakkı tanımayacağız ve bu düşmana vurmayan onursuzdur” şiarıyla tüm gücüyle Türk devletine ait, onun hizmetinde olan maddi-manevi her şeye, asimilasyonist eğitim ve kültürel, ekonomik ve siyasal kurumlara, faşistleşmiş bireyler ve toplumsal kesimler dahil olmak üzere herkese yönelik devrimci şiddeti en etkin ve yaygın şekilde yöneltmek zorundadır. Savunma savaşını yürütemeyenlerin barış söylemleri ancak boş hayal ve demagojiden ibarettir. Özgürlük savaşının başarısıdır faşizmi yenecek ve barışı getirecek olan. Faşizm ancak ve ancak Devrimci Halk Savaşıyla, devrimci öfkenin ve şiddetin yakıcılığıyla yenilecektir, gerisi boş laftan ibarettir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz