Ölüm döşeğinde can çekişen Cumhuriyet – Fuat KAV

0
1390

Mahalle kenarlarında, köy meydanlarında, yıkık duvarların dibinde kurşuna dizilmelerden, isimsiz ve kimliksiz bir biçimde failli meçhullerden, mezarsız ölümlerden, her türlü hakaret, tecavüz ve kepazelikten büyük bir direniş gücüne ulaşan Kürtler, bugün büyük bir sınavla karşı karşıyadırlar.

Kürtler kırk yıldır mücadele ediyorlar. Bu kırk yıllık zaman diliminde büyük bir katliam ve kırımdan geçirildiler. Ancak Kürtler bu kez diğer katliam ve kırım süreçlerinden farklı olarak sömürgecilere boyun eğmediler, diz çökmediler, teslim olmadıkları gibi büyük direnerek bugünkü örgütlü gücüne ulaştılar. Evet “bu sefer de beni öldürebilir, katliam ve kırımdan geçirebilirsin, ama asla yenemez, teslim alamaz ve yok edemezsin” dediler.

Gerçekten de öyle de oldu. Kürtler neredeyse yarım asırdır yaşamın her alanında sadece direnmediler, aynı zamanda hem kendi yapısında devrim yaptılar hem de büyük devrimlere giden yolu açtılar. Ortadoğu’da devrimlerin önünü kesen Türk devletine karşı büyük direnmekle yetinmediler aynı zamanda bu karşı devrimci gücünün hareket alanını önemli oranda daraltılar. “Hasta adam” olarak ölüm döşeğine yatırılmasına yol açan esas neden de bundandır.

Birçok kesim Türk devletinin saldırganlık pozisyonunu yanlış ele alıyor, daha çok duygusal ve kendine göre ele alıp değerlendiriyor. Tarihi perspektiften yoksun olan bu tür değerlendirme ve analizler hem yerini bulmuyor hem de yanlış sonuçlara varılmasına neden olunuyor. Kaba güç kullanma, saldırgan pozisyonu, işgalcilik ve sürekli müdahale etme tarzı bir devletin çok iyi bir noktada olduğunu göstermiyor. Tam tersine zorda olduğunu ve her an yıkılmayla yüz yüze olduğunu gösteriyor.

Türk devleti Deniz Baykal’ın konumunu yaşıyor

Hatırlayalım tarihin en zalim ve sömürgeci bir güç olan Roma İmparatorluğu, elinde birkaç kıta varken yerle bir oldu. Çarlık Rusya’sı seferdeyken yıkıldı, üç kıtada var olan Osmanlı İmparatorluğu ve ‘koca’ Almanya 1. Dünya Savaşının enkazı altında kaldı. Irak’ın Saddam’ı, Mısır’ın Hüsnü Mübarek’i, Avrupa’ın tümünü, Rusya’nın yarısından fazlasını işgal halindeyken Berlin’de bir yeraltı sığınağında kendini vuran Hitler’i bir kez daha hatırlayalım. Bunlar tarihin bıraktığı ama sürekli hatırlamamız için bize sunduğu çarpıcı örneklerdir.

TC, mevcut haliyle Roma’nın, Çarlık Rusya’sının, eski Almanya ve “hasta adam” konumunda olan Osmanlı İmparatorluğu’nun son haline benzediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. TC, tıpkı içinden çıkıp şekillenen atası Osmanlı gibi hastadır, hatta koma halinde ölüm döşeğine yatırılmış haldedir. Deyim yerindeyse bir zamanlar Ecevit’in son bir yılına, bugün duymayan, konuşamayan, bunamanın derin halinde olan, sadece göz işaretiyle rastgele bazı şeyleri eveleyip geveleyen Deniz Baykal’ın durumunu yaşamaktadır. Kim diye bilir ki TC güçlü dönemini yaşıyor? Kim diye bilir ki TC askeri, siyasi, diplomasi, kültürel ve güç olarak sürece, Ortadoğu’da sürdürülen savaşa damgasını vurmaktadır? Kim diyebilir ki TC itibarlıdır, bir devlet ve politik ağırlığını yaşamaktadır?

Evet, bunu diyen bir kişi var; o da hasta konumunda olan ve ölüm döşeğinde yatırılan bu devletin başı olan Erdoğan’dır. Erdoğan ve oluşturduğu savaş, rant ve rüşvetçi kabinenin dışında hiç kimse bunu söylemiyor. Savaş çetesinin kabinesi de bunu söylemek zorundadır. Çünkü “hasta adam” ölüm döşeğinden kalkmasa kabinenin kendisi Erdoğan ile birlikte mezara gömülecek. Bu nedenle mevcut durumda ömrünü uzatmaya çalışan bir kabine ve bir başbakan var.

Peki Erdoğan ömrünü uzatmak için ne yapıyor? Her şeyden önce iç sorunları unutturmak ve ana çelişkiyi başka çelişkilerle yer değiştirmek için ha bire savaşı derinleştiriyor. Daha fazla askeri, polisi, bekçiyi, ‘uzmanı’ ve danışmanı devreye sokarak savaşı büyütüyor. Eskiden sadece ‘misakı milli sınırları’ içinde savaşan TC şimdi artık sınırların dışına taşıyan bir savaş stratejisini izliyor. Güney Kürdistan’ı, Rojava’yı, Kandil’de alan tutmayı, İdlib gibi yerlere karakol ve mevzi tutmayı, Libya’da bizzat savaşta yer almayı esas alan bir taktik ile ömrünü uzatmaya çalışan bir askeri-politik hat izliyor. Tüm bunları güçlü olduğu için değil bir anlamda fiili olarak bozguna uğramamak, ömrünü mümkün oldukça biraz daha uzatmak için bu askeri-politik hattı izliyor. Zaten başka çaresi de yoktur…

Yenilgi kaçınılmazdır

Bu askeri-politik strateji hiç kuşkusuz ki kısa süre için bazı avantajları yaratıyor. Kısmen de olsa bazı yerleri, Kürdistan’ın bazı bölgelerini işgal ediyor. Askeri olarak bazı alanları tutarak mücadelenin gelişme sürecini yavaşlatmaya çalışıyor. Evet, büyük bir askeri gücü Kürdistan’ın dört parçasında konumlandırmış durumda, bu doğru. Ancak bir de bu stratejinin uzan etabı vardır. Şunu kesin bir biçimde vurgulamak gerekir ki bu stratejinin uzun etabı kesinlikle yenilgiyi, hatta bozgunu getirecektir. Çarlık Rusya’sı, Roma, eski Almanya, Osmanlı İmparatorluğu gibi daha savaştayken, işgal halindeyken, kaba kuvveti en yüksek düzeyde kullanırken yenilecektir. Yaşamış olduğu askeri tıkanma, dağıtmış olduğu gücün daha fazla savaş giderine mal olma, ekonomik kriz, askeri ve politik tıkanma yenilgiyi kaçınılmaz kılacaktır.

Siyasi soykırım, belediyelere kayyum atama, kitlesel tutuklamalar, HDP’e yapılan darbe bu kaçınılmaz sürece giden yolda kullanılan yöntemler olmaktadır. Başka çaresi olmayan devletin izlediği hemen hemen tüm yol ve yöntemler onun sonunu daha fazla yakınlaştırmaktadır. Deyim yerindeyse şaşkın ördek gibi tersten suya atlayan bir devlet ve cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız. Erdoğan, mevcut haliyle ‘kıç’ üstünde suya atladıktan sonraki halini andırıyor. Aslında andırmıyor tıpa tıp örneğin davranışlarını sergiliyor. ‘Kıç’ üstünde suya atlayan Erdoğan Kürt sorunu ve diğer tüm sorunlara yaklaşım tarzında şaşkın ördek tutumu vardır. Hep inkarcı davranmıştır, tek anladığı dil şiddet ve katliam olmuştur. Zora ve askeri güçle her şeyi halledebileceğini hem düşünmüş hem de savunmuştur. Pratiği de hep bu temelde olmuştur. Geldiği aşama hasta haliyle ölüm döşeğine yatmasıdır. HDP’den Leyla Güven ile Musa Farisoğlu, CHP’den ise Enis Berberoğlu’nun Meclisten atılıp vekilliklerinin düşürülmesi tam da şaşkın halde suya atlayan ördeğin durumunu ifade etmektedir.

Son dönemlerde HDP’e dönük saldırılar da bu genel yenilgi konseptinin tam da bir parçası olarak gündeme getirilmiştir. “Getirilmiştir” diyoruz, evet son derece ayarlanmış, tasarlanmış, kurgulanmış ve buna göre senaryosu yazılmış bir filmin devreye sokulmasıdır. Hangi isim altında olursa olsun Erdoğan’ın ömrünü biraz daha uzatma konseptinin bir parçasıdır. Son dönemlerde HDP’e eleştiri adı altında yapılan saldırı da bu bağlamdadır. HDP’e dört koldan saldırılması hiçbir biçimde “eleştiri” ile izah edilemez. Kürt siyasi hareketinin zayıflatılması, olası bir seçimde başarısız kılınması, değişik yol ve yöntemlerle itibarsızlaştırarak tasfiye edilmesi temelinde geliştirilen bir saldırı yöntemidir. Bu saldırıda birçok kesim farklı kılıflar altında kullanılmaktadır. Akademisyenlerden siyasetçilere, ilkel milliyetçilerden solculara, eski devrimcilerden kaçkınlara kadar kullanılarak tam bir karşı cephe tutumu oluşturulmaya çalışılıyor. Bu güruhun amacında Kürtlük de, Kürdistan da, devrim de, demokrasi veya sosyalizm de yoktur. Bunlar sadece maskedir. Amaçları suyu kirletmek, gerçekleri saptırmak, doğrulara gölge düşürmek ve sömürgeciliğe güç vermektir. Bundan başka amaçları yoktur.

Peki ne yapılmalı?

Yapılacak tek bir şey vardır: Doğru direnmek, doğru strateji izlemek, hata yapmamak, büyük bir savunma gücü olan Kürt potansiyelini birleştirmektir. Ulusal birlik veya ulusal güç birliği şarttır. Çünkü Kürt düşmanlarının kuvveti, Kürtlerin parçalanmışlığından ileri gelmektedir. Erdoğan’ın kullandığı gücün yarısı Güney’den yanlış konumlanan ve yanlış hedefe kilitlenen Kürt örgütlerinin gafletidir. Bu gaflet mutlak anlamda aşılmalıdır. Sorun HDP’in parlamentodan çekilip çekilmemesi sorunu da değildir. Sorun Kuzey’i yeniden birleşik bir kuvvet odağında bir irade haline getirmektir. Yaşanan korkuyu aşmak, bunun için de Kuzeye özel bir politik taktik ile yeni bir sürece dahil etmektir. Diğer bir sorun ise demokratik siyaseti temsil edenlerin artık halkın içinde, bizzat halkla birlikte varolmanın mücadelesini vermek de bir o kadar önem arz etmektedir.

Yeri gelmişken bir konunun altını kalın çizgilerle çizme gereği vardır: Bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde HDP’nin bir Kürt partisi olduğunu, dolayısıyla her şeyini Kürtlere göre ayarlanmasını ve kendini bu bağlamda programlandırmasını ısrarlar isteyen kesimler var. Kürt sorunu konusunda sorumlu olması, çalışmalarının ağırlıklı bölümü bu ağır soruna ayırması ayrı bir durum, kendini bir Kürt partisi olarak örgütlemesi ayrı bir durumdur. Anlaşılmayan veya bilinçli olarak çarpıtılan durum budur. Her şeyden önce HDP’nin programında halkların partisi, yani Türkiye ve Kürdistan’da ne kadar halk ve farklılıklar varsa onların partisi diye yer almaktadır. Mevcut haliyle Kürtlerin örgütlenmede ve eylemde çoğunluğu teşkil etmesi bu gerçeği değiştirmez. Bu anlamda eşbaşkanların veya MK’de yer alanların bileşimleri de bu eksende olmak zorundadır. Aslında bu da anlaşılır bir şeydir, fakat bazıları bilinçli olarak programda yer alan bu temel ilkeleri çarpıtmaktadırlar. Bu da bir yönlendirme ve demokratik siyaseti çarpıtma yöntemidir.

Kısacası nereden bakılırsa bakılsın TC ve mevcut savaş kabinesi iflas etme noktasına gelmiştir. Kaba kuvvetle bunun önüne geçmeye çalışsa da sonuçta bu ancak bir yere kadar olur. Ondan ötesi yıkımdır, alaşağı olmadır ve tarihin çöp sepetine gitmedir. Komada olan, can çekişen ve ölüm döşeğinde yatan TC, onun başbakanı ve kabinesinin kurtuluşu yoktur. Tarihin bize öğrettiği budur…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz